Karikatür
gibiydi…Geriye dönüp baktığımda müthiş eğlenceli, aşırı mutlu, bol
arkadaşlı, çok sıcak, insan ilişkileri oldukça kuvvetli bir mahalle
hatırlıyorum…
Evimden arka sokağa baktığımda okulumu, ön sokağa baktığımda işlek caddeyi görüyordum. Apartmanımızın altındaki market, mahallenin gençlerinin toplandığı yerdi. Akşam arabalar marketin önüne çekilir, gayet efendice müzikler dinlenir sohbetler edilirdi. Babam sabahları marketin sergilediği gazetelerin yer aldığı tezgahtan istediği gazeteyi seçer seçer ve bedavaya okurdu. Ben kızardım, marketçi abimin çok daha fazla kızdığını tahmin ediyorum her ne kadar belli etmese de. Çünkü eskiden insanlık vardı. Kimse kimseye sesini yükseltmezdi bizim orada. Bu marketçinin bir motoru vardı, küçük bir şey, onun üzerine oturup, kullanıyormuş gibi hayaller kurardım ne de güzeldiler…
Dondurmacımız acayip fırlamaydı, hala da öyle biliyorum… Tüm esnafa abuk sabuk eşek şakaları yapardı. Camcımızın dükkanındaki CAMCI yazısının üzerindeki C harfine gazete kapatıp bir haftasonu boyunca adamı tüm mahalleye rezil edişini çok net hatırlıyorum. Saatçimizin adının başına mesleğinden dolayı S harfini ekleyip adamın adını yıllarca çoğu kişinin öyle bilmesine neden olmuştu. Saatçi abimizin adı Hikmet’ti… Bu saatçinin babasına da sattığı dondurmalarını yeme şeklinden dolayı “Oğlum bu adam insan olamaz, dünyalı olamaz” deyip “Hektor” adını takmıştı. Hakikaten de çok feci yiyordu rahmetli dondurmaları. Yazın dondurma satıp, kışın bilimum tatlı çeşitleri satarak geçimini sağlıyordu. Babası horoz dövüştürür, arkadaşım afedersiniz eşek gibi çalışıp evi geçindirirdi. Neyse bayramlarda falan ev baklavaları falan satardı. Hiç unutmam bir bayram öncesi cama “Ev baklavsı bulunur” yazmıştı ve bu hatayı hiç düzeltmedi. Ben o kağıdın çok uzun süre o camda kaldığını çok net hatırlıyorum…
Kırtasiyeci abimiz, ağır takılır, tasavvufa daha yatkın, bize nasihatler veren bir abimizdi. Çok eğlendiğimiz söylenemez onunla beraberken ama dükkanına çok gitmişliğimiz vardır. Demek ki bir şeyler bizi çekermiş oraya…
Camcımız çok renkli bir kişilikti. Kardeşim, bu garip kişiliği öyle çok severdi ki adamın yanında meslek öğrenmeye bile kalkmıştı. Sürekli yüzü gülen, biraz milli kaleci Rüştü’ye benzeyen, otomobillere ve ses sistemlerine meraklı biriydi. Arkası cam yüklü pick-up’ı nasıl delice kullandığını biliyorum. Allah gecinden versin, bir gün kaza yaparsa metal yüzünden değil, cam yüzünden başının belaya gireceğini düşünürdüm. Kırmızı bir Renault 9’u vardı. Ben öyle bir arabadan böyle gür bir ses çıkacağını hiç tahmin etmezdim. Onun içindeki müzik tesisatına harcanan parayı arabanın üzerine ekleseydi çok daha iyi bir arabaya sahip olabilirdi...
Ha bir de karşı apartmanın altında yorgancı vardı. Baba ve iki oğlu beraber çalışıyorlardı. Ellerinde bir sopa bütün gün dükkanlarının önüne serdikleri yorganlara vuruyorlardı. Ne güzel iş derdim hep çocuk aklımla, vur yorgana para kazan. Artık mesleklerinden mi yoksa genlerinden mi geliyordu bilmiyorum hayatımda bir daha görmediğim ve göreceğimi de zannetmediğim fizikleri vardı. Hem baba hem de iki oğul acayip iri, çok sakallı, az saçlı, uzun boylu, böyle bir garip anlatamayacağım derecede anormal tipteydiler. Hala aklıma geldikçe korkarım…
Yine karşı apartmanın arkasında boş bir arazi vardı ve biz orada toprak zeminde top oynardık. Bir sürü çocuk, şimdi düşünüyorum da en ufak gürültüyü kaldıramayan bünyem ile, o apartmanda oturanlara ne eziyet etmişizdir kimbilir…
Memleketimin
en işlek caddesinin birinde; apartmanımızın altındaki marketi ile, memleketin
en ünlü dondurmacısının arkadaşımız olmasının verdiği çevre ile, hafif çatlak
camcısı ile, kırtasiyeci abimiz ile ve tabiî ki mahallemizin ağır abisi
saatçimiz ve onun, aslında beynen ölmüş sadece fiziken yaşayan babası rahmetli
Hektor dedemiz ile…
Evimden arka sokağa baktığımda okulumu, ön sokağa baktığımda işlek caddeyi görüyordum. Apartmanımızın altındaki market, mahallenin gençlerinin toplandığı yerdi. Akşam arabalar marketin önüne çekilir, gayet efendice müzikler dinlenir sohbetler edilirdi. Babam sabahları marketin sergilediği gazetelerin yer aldığı tezgahtan istediği gazeteyi seçer seçer ve bedavaya okurdu. Ben kızardım, marketçi abimin çok daha fazla kızdığını tahmin ediyorum her ne kadar belli etmese de. Çünkü eskiden insanlık vardı. Kimse kimseye sesini yükseltmezdi bizim orada. Bu marketçinin bir motoru vardı, küçük bir şey, onun üzerine oturup, kullanıyormuş gibi hayaller kurardım ne de güzeldiler…
Dondurmacımız acayip fırlamaydı, hala da öyle biliyorum… Tüm esnafa abuk sabuk eşek şakaları yapardı. Camcımızın dükkanındaki CAMCI yazısının üzerindeki C harfine gazete kapatıp bir haftasonu boyunca adamı tüm mahalleye rezil edişini çok net hatırlıyorum. Saatçimizin adının başına mesleğinden dolayı S harfini ekleyip adamın adını yıllarca çoğu kişinin öyle bilmesine neden olmuştu. Saatçi abimizin adı Hikmet’ti… Bu saatçinin babasına da sattığı dondurmalarını yeme şeklinden dolayı “Oğlum bu adam insan olamaz, dünyalı olamaz” deyip “Hektor” adını takmıştı. Hakikaten de çok feci yiyordu rahmetli dondurmaları. Yazın dondurma satıp, kışın bilimum tatlı çeşitleri satarak geçimini sağlıyordu. Babası horoz dövüştürür, arkadaşım afedersiniz eşek gibi çalışıp evi geçindirirdi. Neyse bayramlarda falan ev baklavaları falan satardı. Hiç unutmam bir bayram öncesi cama “Ev baklavsı bulunur” yazmıştı ve bu hatayı hiç düzeltmedi. Ben o kağıdın çok uzun süre o camda kaldığını çok net hatırlıyorum…
Kırtasiyeci abimiz, ağır takılır, tasavvufa daha yatkın, bize nasihatler veren bir abimizdi. Çok eğlendiğimiz söylenemez onunla beraberken ama dükkanına çok gitmişliğimiz vardır. Demek ki bir şeyler bizi çekermiş oraya…
Camcımız çok renkli bir kişilikti. Kardeşim, bu garip kişiliği öyle çok severdi ki adamın yanında meslek öğrenmeye bile kalkmıştı. Sürekli yüzü gülen, biraz milli kaleci Rüştü’ye benzeyen, otomobillere ve ses sistemlerine meraklı biriydi. Arkası cam yüklü pick-up’ı nasıl delice kullandığını biliyorum. Allah gecinden versin, bir gün kaza yaparsa metal yüzünden değil, cam yüzünden başının belaya gireceğini düşünürdüm. Kırmızı bir Renault 9’u vardı. Ben öyle bir arabadan böyle gür bir ses çıkacağını hiç tahmin etmezdim. Onun içindeki müzik tesisatına harcanan parayı arabanın üzerine ekleseydi çok daha iyi bir arabaya sahip olabilirdi...
Ha bir de karşı apartmanın altında yorgancı vardı. Baba ve iki oğlu beraber çalışıyorlardı. Ellerinde bir sopa bütün gün dükkanlarının önüne serdikleri yorganlara vuruyorlardı. Ne güzel iş derdim hep çocuk aklımla, vur yorgana para kazan. Artık mesleklerinden mi yoksa genlerinden mi geliyordu bilmiyorum hayatımda bir daha görmediğim ve göreceğimi de zannetmediğim fizikleri vardı. Hem baba hem de iki oğul acayip iri, çok sakallı, az saçlı, uzun boylu, böyle bir garip anlatamayacağım derecede anormal tipteydiler. Hala aklıma geldikçe korkarım…
Ayakkabıcımız
vardı birde. Bayağı bir yaşlı ama çok sevdiğimiz biriydi. Hem sağır hem
dilsizdi. Hektor amcamızdan yaşça büyük olduğunu düşünüyorum ama çok daha
dinçti ve hiç dondurma yediğini görmedim. Kendisi ile anlaşmak için çok
mücadele verdiğimiz halde ve tüm olumsuzluklara rağmen bize karşı o yüzündeki
muhteşem gülümsemesini hiç unutamadım…
Yine karşı apartmanın arkasında boş bir arazi vardı ve biz orada toprak zeminde top oynardık. Bir sürü çocuk, şimdi düşünüyorum da en ufak gürültüyü kaldıramayan bünyem ile, o apartmanda oturanlara ne eziyet etmişizdir kimbilir…
İşte
böyle… İlk yazımda eskiden yaşadığım ve içinde çok büyük hatıralarım olan
mahallemi anlatmak istedim. Bu yazdığım karakterlerden kaçı sağ, kaçı rahmetli
oldu, şu anda bilemiyorum tabi. Gidenler nur içinde yatsın, kalanların ise
kulakları çınlasın. Bu son satırları yazarken yan apartmanda oturan hakikaten
de raporlu olan deli komşumuz geldi aklıma. Neyse artık kendisine hürmeten bize
yaşattığı panikleri anlatmayalım…
Bu
mahalleden bir film çıkar ya neyse artık…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder