Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

5 Aralık 2012 Çarşamba

Fark Yaratmak


Konumuz bu değil ama önce işe giriş hikayemden başlamalıydım yazıya, hoş bu hikaye başlı başına bir konu ama kırpa kırpa giriş bölümü olarak eklemeliydim..

***

Yıl 2001.. Üniversiteyi bitireli bir yıl olmuştu, koca bir yıl ve ben işsizdim. Üstelik hiç bilmediğim bir şehirdeydim ve ailemden başka da tanıdığım tek bir insan evladı yoktu çevremde. Birkaç iş görüşmem olmuşu ama onlar da kalıcı olacak gibi de değillerdi hani laf aramızda. Ve ben; hiç bilmediğim bir şehirde, hiç tanımadığım insanların içinde koskoca bir yıl geçirmiştim. Artık isyan etme noktasındaydım ve birşeyler yapma zamanı çoktan gelmişti..

Öyle veya böyle, bir şekilde bir akrabam vasıtası ile şu an çalıştığım şirketin genel müdürüne adımı iletebildim. Biliyorum hoş değil, biliyorum adil değil fakat başka seçeneğim kalmamıştı. Neyse hikayenin bu kısmı teferruatlı, atlayalım orayı. Sonunda ben iş görüşmesi için genel müdürümüzün yanına çağrıldım. Görüşmede rahat tavırlarım ve kendime güvenim gerçekten ilgi çekiciydi itiraf etmeliyim. Bana İnsan Kaynakları Direktörü ile konuşacağını ve benim kendisinden haber beklemem gerektiğini söyleyip gönderdi beni. Bir hafta, bilemedin on gün sonra arandım ve İnsan Kaynakları Direktörü ile görüşmeye çağrıldım. Hayatımda yaptığım en keyifli görüşmeydi, açıkça söyleyebilirim. Hayattan konuştuk, futboldan konuştuk, müzikten konuştuk ve en önemlisi kitaplardan konuştuk. Ben o odadan öyle bir çıktım ki, iş benimdi artık, emindim. Tekrar görüşme için yine beklemem gereken bir zaman dilimi vardı önümde. Bir hafta geçti, ses yok.. On gün geçti, ses yok.. İki hafta oldu, yine ses yok. Benim şartel attı ve direktörümü kendim aramaya karar verdim. Şu zamanda böyle bir cesareti kaç kişi gösterebilir bilmiyorum: "Hacı abi, benim iş ne oldu?" diye kaç kişi iş görüşmesi yaptığı yeri arayıp hesap sorabilir, kestiremiyorum..

Neyse, ben aradım ve telefonu asistanı açtı. hanımefendi doğal olarak beni tanımadı, ve kendimi tanıtmam için resmen göbeğim çatladı, sonunda telefon yöneticimize aktarıldı ve çok şükür ki ben "hesap sorabildim". Bana yine beklemem gerektiği ve en kısa zamanda aranacağım söylendi. Bu sefer kesin oyalandığımı düşündüm ve ümidi kesmiştim ki haklı çıktılar ve aradılar. Şimdi geçmiş zaman tam hatırlamıyorum ama çok kısa bir süre içinde bana dönüş yapıldı ve iş görüşmesi için çağrıda bulunuldu sonunda..

Mutluydum ve haklı çıkmanın, hakkını aramanın haklı gururunu yaşıyordum. Fakat Onlar henüz ne tür bir manyakla karşı karşıya olduklarını bilmiyorlardı. Asıl melodram şimdi başlıyor, dikkat !..

Görüşme odasına girdim. Karşımda üç kişi vardı ve sonradan öğrendim ki bu kişiler; İnsan Kaynakları Uzmanı, Muhasebe Müdürü ve Mali İşler Direktörü'ymüş. Yine muhteşem bir rahatlık ve özgüven içinde harika bir görüşme gerçekleşti. Hatta görüşmenin ortasında Mali İşler Direktörü bana "İnanılmaz bir adamsın" dedi, ama bu iltifatın benim için aslında ne kadar önemli bir lütuf olduğunu ben o anda kavrayamadım. Neyse görüşmenin sonuna geldik-ki hala benim odanın içinde görüştüğüm kişilerin yetkilerinden ve statülerinden zerre haberim yok- Muhasebe Müdürü odadaki herkesin gözünün içine baktıktan sonra bana hayatının en büyük hatasını yaparak şu soruyu sordu: "Sana bayıldım ve senin gibi biri ile çalışmayı çok isterim. Muhasebe birimimizde çalışmaya ne dersin?"

Neden hata dedim, cevabı benim yukarıdaki soruya verdiğim cevapta gizli çünkü. Ağzımdan çıkan gür bir ses ve suratımdaki alaycı ifade ile şu cevabı verdim: "Ben İşletme'yi 4 yıl boyunca muhasebeci olmak için okumadım"..

Odada derin bir sessizlik ve devamında benim kariyerimde 8 yıllık kayıp bir zaman..

Hikayenin sonu:
Şu an aynı iş yerinde Muhasebe departmanında çalıyorum ve 30 yaşından sonra muhasebe öğrenmeye başladım.
Maddi ve karıyer anlamında çok ciddi kayıplar yaşadım fakat kazandıklarımın maddi bir karşılığı yok. Çok mutluyum bu yüzden..

***

Yukarıdaki hikaye komik olduğu kadar da acıklıdır aslında. Bire bir yaşanmış bir hikayedir ve tamamen gerçektir. Peki bunu neden anlattım. Onu anlatacağım şimdi de..

Son bir aydır sürekli aklımda ve git gide daha çok farkediyorum. Kurulmuş oyuncuklar gibiyiz farkında mısınız ? Sabah kurulmuş saatler ile uyanıyoruz ve o bizi uyandıran kurulmuş saat gibi hergün aynı koşturmacanın içine giriyoruz. Sabah minibüsler tıklım tıklım, servisler ağzına kadar dolu, sokaklar daha sabahın 07:30'unda bile işe yetişmeye çalışan, koşuşturan insanlarla dolu. Peki neyin telaşı bu, neyin çabası ? İstediğimiz için mi, yoksa birilerine yaranmak için mi ?

Ya hiç düşünüyor musunuz bu koşuşturma sırasında neleri kaçırdığımızı ? Kimleri ezip geçtiğimizi, kaç kişiye selam vermediğimizi, kaç kişiye günaydın demediğimizi..

Kaçımız bindiği minibüsün şöförüne günaydın diyor? Kaçınız minibüste yanına oturduğunuz bayana ve baya günaydın diyor?

Kaçımız iş yerlerinde güvenlik görevlilerine "bekçi" muamelesi yapmıyor, kaçınız çalıştığınız iş yerindeki temizlik görevlisinin hatrını soruyor?

Kaçımız işe giderken yanınızdan geçen ilkokul öğrencisinin yüzündeki mutluğu yakalayabiliyor?

Peki kaçımız sokakları temizleyen temizlik görevlilerine teşekkür ediyor?

Ama hepimiz iş yerlerinde yöneticilerimize bir günaydını bir hal hatır sormayı görev ediniyoruz değil mi?
Neden ?
Çıkar ilişkisi olmasa bile görev ediniyoruz..
Neden ?
Çünkü ayıp olur..
Evet "diğerleri"ne olmuyor, haklıyız, aferin bize..

Ama;
Maaş zammı isteyeceğiz, çekiniriz.. Hakkımız değilmiş gibi..
Yıllık izin isteyeceğiz, çekiniriz.. Hakkımız değilmiş gibi..
Mazeret izni isteyeceğiz, çekiniriz.. Hakkımız değilmiş gibi..

Artık şunu anlamamız gerekiyor. Biz sadece çalışanız.. Evet "sadece" çalışanız.. Ve eğer gerçekten hakkını vererek emek veriyorsanız, hak ettiğinizi düşünüyorsanız ve gerçekten ama gerçekten ortada bir adaletsizlik olduğuna inanıyorsanız, bence hakkınızı aramakta geç bile kalmışınız..

Daha önce paylaşmıştım sanırım bu ülkede 1 TL için teşekkür eden muhtaç çocuklar varken, 65 yaşında emekli olup taksi şoförlüğü yapan amcam müşterisine "efendim" diye seslenebiliyorken hiç mi rahatsız olmuyoruz içinde bulunduğumuz durumdan, düzenden..

Senin için adaletsizlik demek, benim için de adaletsizliktir diyemiyorsak, çevremizde olup bitene duyarsızsak, "bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" mantığıyla ezilenden yana tavır alamıyorsak, hep kendimize istiyor, hep kendimiz için hayal kuruyorsak, istediğimiz için değil zorunlu olduğumuz için davranış gösteriyorsak ne farkımız var bitkiden ? Kaktüs müyüz biz ?

Evet bu günün sorusu bu: Kaktüs müyüz biz ?

Konu çok dağıldı farkındayım ama birkaç örnek ile beyin jimnastiği yapalım:

- Biri sizi sokak arasında sıkıştırsa ve üzerinizdeki tüm değerli eşyaları istese ve kesici alet vb. bir silaha da sahipse, tereddütsüz verir misiniz istediğini O'na ?

- Yan komşunuzun evinden ses gelse ve anlasanız ki adam, çocuklarına ve/veya eşine şiddet uyguluyor, kapsını çalar mısınız ?

- Sokakta önünüzde laf atılan bir bayan görseniz, laf atan kişiye derdinin ne olduğunu sorabilir misiniz ?

- İş yerinde bir arkadaşınız, çok uyduruk bir sebepten dolayı işten çıkarılıyor olsa, üzüntü duymanın yanında başka herhangi bir tepkide bulunabilir misiniz ?

- Sevgiliniz iş yerinize gelse ve size şirinlik yapsa(şu an aklıma örnek gelmedi, mesela çiçekle dalsa ofise veya palyaço kılığında gelse) boynuna atlayabilir misiniz ? Yöneticinize gidip "sevdiğim insanın yanında olmalıyım, ben çıkmalıyım" diyebilir misiniz ?

- Topluluk içinde sevgilinize yüksek sesle, böyle bağır çağır hatta "Seviyorum lan seni" diyebilir misiniz ?

Farkındayım, biraz deli işi, biraz manyakça..
Ama güzel..
Çok güzel..
Birileri için hayatında önemli değerleri feda edebileceğini göstermek güzel..
Cesur olmak güzel..
Ölümden korkmamak, yaşarken ölmekten çok daha güzel..
Belki biraz sıkıntılı, belki biraz maddi açıdan zorlu, belki biraz riskli ama dolu dolu yaşamak çok güzel..
Başkalarını sevindirmek ve bunu yaparken huzur duymak güzel..
Ezilenin yanında yer almak, ezene karşı dik durmak ve bunun sonuçlarına katlanabilme dirayetini göstermek güzel..
Duyarlı olmak güzel..
Ama bu duyarlılığı sadece kendin için göstermemek çok daha güzel..
Ottan, ağaçtan, böcekten, kuştan farkımız olduğunu farketmek güzel ve tabi bu farkı yansıtabilmek de..
Farklı olmak gerçekten çok güzel..

Fark yaratabilmeniz dileğiyle..