Konumuz bu değil ama
önce işe giriş hikayemden başlamalıydım yazıya, hoş bu hikaye başlı başına bir
konu ama kırpa kırpa giriş bölümü olarak eklemeliydim..
***
***
Yıl 2001..
Üniversiteyi bitireli bir yıl olmuştu, koca bir yıl ve ben işsizdim. Üstelik
hiç bilmediğim bir şehirdeydim ve ailemden başka da tanıdığım tek bir insan
evladı yoktu çevremde. Birkaç iş görüşmem olmuşu ama onlar da kalıcı olacak
gibi de değillerdi hani laf aramızda. Ve ben; hiç bilmediğim bir şehirde, hiç
tanımadığım insanların içinde koskoca bir yıl geçirmiştim. Artık isyan etme
noktasındaydım ve birşeyler yapma zamanı çoktan gelmişti..
Öyle veya böyle, bir
şekilde bir akrabam vasıtası ile şu an çalıştığım şirketin genel müdürüne adımı
iletebildim. Biliyorum hoş değil, biliyorum adil değil fakat başka seçeneğim
kalmamıştı. Neyse hikayenin bu kısmı teferruatlı, atlayalım orayı. Sonunda ben
iş görüşmesi için genel müdürümüzün yanına çağrıldım. Görüşmede rahat
tavırlarım ve kendime güvenim gerçekten ilgi çekiciydi itiraf etmeliyim. Bana
İnsan Kaynakları Direktörü ile konuşacağını ve benim kendisinden haber beklemem
gerektiğini söyleyip gönderdi beni. Bir hafta, bilemedin on gün sonra arandım
ve İnsan Kaynakları Direktörü ile görüşmeye çağrıldım. Hayatımda yaptığım en
keyifli görüşmeydi, açıkça söyleyebilirim. Hayattan konuştuk, futboldan
konuştuk, müzikten konuştuk ve en önemlisi kitaplardan konuştuk. Ben o odadan
öyle bir çıktım ki, iş benimdi artık, emindim. Tekrar görüşme için yine
beklemem gereken bir zaman dilimi vardı önümde. Bir hafta geçti, ses yok.. On
gün geçti, ses yok.. İki hafta oldu, yine ses yok. Benim şartel attı ve
direktörümü kendim aramaya karar verdim. Şu zamanda böyle bir cesareti kaç kişi
gösterebilir bilmiyorum: "Hacı abi, benim iş ne oldu?" diye kaç kişi
iş görüşmesi yaptığı yeri arayıp hesap sorabilir, kestiremiyorum..
Neyse, ben aradım ve
telefonu asistanı açtı. hanımefendi doğal olarak beni tanımadı, ve kendimi
tanıtmam için resmen göbeğim çatladı, sonunda telefon yöneticimize aktarıldı ve
çok şükür ki ben "hesap sorabildim". Bana yine beklemem gerektiği ve
en kısa zamanda aranacağım söylendi. Bu sefer kesin oyalandığımı düşündüm ve
ümidi kesmiştim ki haklı çıktılar ve aradılar. Şimdi geçmiş zaman tam
hatırlamıyorum ama çok kısa bir süre içinde bana dönüş yapıldı ve iş görüşmesi
için çağrıda bulunuldu sonunda..
Mutluydum ve haklı
çıkmanın, hakkını aramanın haklı gururunu yaşıyordum. Fakat Onlar henüz ne tür
bir manyakla karşı karşıya olduklarını bilmiyorlardı. Asıl melodram şimdi
başlıyor, dikkat !..
Görüşme odasına
girdim. Karşımda üç kişi vardı ve sonradan öğrendim ki bu kişiler; İnsan
Kaynakları Uzmanı, Muhasebe Müdürü ve Mali İşler Direktörü'ymüş. Yine muhteşem
bir rahatlık ve özgüven içinde harika bir görüşme gerçekleşti. Hatta görüşmenin
ortasında Mali İşler Direktörü bana "İnanılmaz bir adamsın" dedi, ama
bu iltifatın benim için aslında ne kadar önemli bir lütuf olduğunu ben o anda
kavrayamadım. Neyse görüşmenin sonuna geldik-ki hala benim odanın içinde
görüştüğüm kişilerin yetkilerinden ve statülerinden zerre haberim yok- Muhasebe
Müdürü odadaki herkesin gözünün içine baktıktan sonra bana hayatının en büyük hatasını
yaparak şu soruyu sordu: "Sana bayıldım ve senin gibi biri ile çalışmayı
çok isterim. Muhasebe birimimizde çalışmaya ne dersin?"
Neden hata dedim,
cevabı benim yukarıdaki soruya verdiğim cevapta gizli çünkü. Ağzımdan çıkan gür
bir ses ve suratımdaki alaycı ifade ile şu cevabı verdim: "Ben İşletme'yi
4 yıl boyunca muhasebeci olmak için okumadım"..
Odada derin bir
sessizlik ve devamında benim kariyerimde 8 yıllık kayıp bir zaman..
Hikayenin sonu:
Hikayenin sonu:
Şu an aynı iş yerinde
Muhasebe departmanında çalıyorum ve 30 yaşından sonra muhasebe öğrenmeye
başladım.
Maddi ve karıyer
anlamında çok ciddi kayıplar yaşadım fakat kazandıklarımın maddi bir karşılığı
yok. Çok mutluyum bu yüzden..
***
Yukarıdaki hikaye komik olduğu kadar da acıklıdır aslında. Bire bir yaşanmış bir hikayedir ve tamamen gerçektir. Peki bunu neden anlattım. Onu anlatacağım şimdi de..
Son bir aydır sürekli aklımda ve git gide daha çok farkediyorum. Kurulmuş oyuncuklar gibiyiz farkında mısınız ? Sabah kurulmuş saatler ile uyanıyoruz ve o bizi uyandıran kurulmuş saat gibi hergün aynı koşturmacanın içine giriyoruz. Sabah minibüsler tıklım tıklım, servisler ağzına kadar dolu, sokaklar daha sabahın 07:30'unda bile işe yetişmeye çalışan, koşuşturan insanlarla dolu. Peki neyin telaşı bu, neyin çabası ? İstediğimiz için mi, yoksa birilerine yaranmak için mi ?
Yukarıdaki hikaye komik olduğu kadar da acıklıdır aslında. Bire bir yaşanmış bir hikayedir ve tamamen gerçektir. Peki bunu neden anlattım. Onu anlatacağım şimdi de..
Son bir aydır sürekli aklımda ve git gide daha çok farkediyorum. Kurulmuş oyuncuklar gibiyiz farkında mısınız ? Sabah kurulmuş saatler ile uyanıyoruz ve o bizi uyandıran kurulmuş saat gibi hergün aynı koşturmacanın içine giriyoruz. Sabah minibüsler tıklım tıklım, servisler ağzına kadar dolu, sokaklar daha sabahın 07:30'unda bile işe yetişmeye çalışan, koşuşturan insanlarla dolu. Peki neyin telaşı bu, neyin çabası ? İstediğimiz için mi, yoksa birilerine yaranmak için mi ?
Ya hiç düşünüyor
musunuz bu koşuşturma sırasında neleri kaçırdığımızı ? Kimleri ezip
geçtiğimizi, kaç kişiye selam vermediğimizi, kaç kişiye günaydın demediğimizi..
Kaçımız bindiği
minibüsün şöförüne günaydın diyor? Kaçınız minibüste yanına oturduğunuz bayana
ve baya günaydın diyor?
Kaçımız iş yerlerinde
güvenlik görevlilerine "bekçi" muamelesi yapmıyor, kaçınız
çalıştığınız iş yerindeki temizlik görevlisinin hatrını soruyor?
Kaçımız işe giderken
yanınızdan geçen ilkokul öğrencisinin yüzündeki mutluğu yakalayabiliyor?
Peki kaçımız
sokakları temizleyen temizlik görevlilerine teşekkür ediyor?
Ama hepimiz iş
yerlerinde yöneticilerimize bir günaydını bir hal hatır sormayı görev
ediniyoruz değil mi?
Neden ?
Çıkar ilişkisi olmasa
bile görev ediniyoruz..
Neden ?
Çünkü ayıp olur..
Evet
"diğerleri"ne olmuyor, haklıyız, aferin bize..
Ama;
Maaş zammı
isteyeceğiz, çekiniriz.. Hakkımız değilmiş gibi..
Yıllık izin
isteyeceğiz, çekiniriz.. Hakkımız değilmiş gibi..
Mazeret izni
isteyeceğiz, çekiniriz.. Hakkımız değilmiş gibi..
Artık şunu anlamamız
gerekiyor. Biz sadece çalışanız.. Evet "sadece" çalışanız.. Ve eğer
gerçekten hakkını vererek emek veriyorsanız, hak ettiğinizi düşünüyorsanız ve
gerçekten ama gerçekten ortada bir adaletsizlik olduğuna
inanıyorsanız, bence hakkınızı aramakta geç bile kalmışınız..
Daha önce
paylaşmıştım sanırım bu ülkede 1 TL için teşekkür eden muhtaç çocuklar varken,
65 yaşında emekli olup taksi şoförlüğü yapan amcam müşterisine
"efendim" diye seslenebiliyorken hiç mi rahatsız olmuyoruz içinde
bulunduğumuz durumdan, düzenden..
Senin için
adaletsizlik demek, benim için de adaletsizliktir diyemiyorsak, çevremizde olup
bitene duyarsızsak, "bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın"
mantığıyla ezilenden yana tavır alamıyorsak, hep kendimize istiyor, hep
kendimiz için hayal kuruyorsak, istediğimiz için değil zorunlu olduğumuz için
davranış gösteriyorsak ne farkımız var bitkiden ? Kaktüs müyüz biz ?
Evet bu günün sorusu
bu: Kaktüs müyüz biz ?
Konu çok dağıldı
farkındayım ama birkaç örnek ile beyin jimnastiği yapalım:
- Biri sizi sokak arasında sıkıştırsa ve üzerinizdeki tüm değerli eşyaları istese ve kesici alet vb. bir silaha da sahipse, tereddütsüz verir misiniz istediğini O'na ?
- Biri sizi sokak arasında sıkıştırsa ve üzerinizdeki tüm değerli eşyaları istese ve kesici alet vb. bir silaha da sahipse, tereddütsüz verir misiniz istediğini O'na ?
- Yan komşunuzun
evinden ses gelse ve anlasanız ki adam, çocuklarına ve/veya eşine şiddet
uyguluyor, kapsını çalar mısınız ?
- Sokakta önünüzde
laf atılan bir bayan görseniz, laf atan kişiye derdinin ne olduğunu sorabilir
misiniz ?
- İş yerinde bir
arkadaşınız, çok uyduruk bir sebepten dolayı işten çıkarılıyor olsa, üzüntü
duymanın yanında başka herhangi bir tepkide bulunabilir misiniz ?
- Sevgiliniz iş
yerinize gelse ve size şirinlik yapsa(şu an aklıma örnek gelmedi, mesela
çiçekle dalsa ofise veya palyaço kılığında gelse) boynuna atlayabilir misiniz ?
Yöneticinize gidip "sevdiğim insanın yanında olmalıyım, ben
çıkmalıyım" diyebilir misiniz ?
- Topluluk içinde
sevgilinize yüksek sesle, böyle bağır çağır hatta "Seviyorum lan
seni" diyebilir misiniz ?
Farkındayım, biraz
deli işi, biraz manyakça..
Ama güzel..
Çok güzel..
Birileri için
hayatında önemli değerleri feda edebileceğini göstermek güzel..
Cesur olmak güzel..
Ölümden korkmamak,
yaşarken ölmekten çok daha güzel..
Belki biraz
sıkıntılı, belki biraz maddi açıdan zorlu, belki biraz riskli ama dolu dolu
yaşamak çok güzel..
Başkalarını
sevindirmek ve bunu yaparken huzur duymak güzel..
Ezilenin yanında yer
almak, ezene karşı dik durmak ve bunun sonuçlarına katlanabilme dirayetini
göstermek güzel..
Duyarlı olmak güzel..
Ama bu duyarlılığı
sadece kendin için göstermemek çok daha güzel..
Ottan, ağaçtan,
böcekten, kuştan farkımız olduğunu farketmek güzel ve tabi bu farkı
yansıtabilmek de..
Farklı olmak
gerçekten çok güzel..
Fark yaratabilmeniz
dileğiyle..