Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

18 Mayıs 2012 Cuma

Ötekiler


Dün akşam bir ödül törenindeydim. Reklam yapmayalım, Türkiye'nin en büyük holdinglerinden bir tanesinin bir nevi Oscar Ödülleri. Kule'ye girdiğim anda bu yazı canlandı beynimde. İçeri girdik, güvenllik "hoşgeldiniz efendim", konferans salonuna çıkarken danışma "hoşgeldiniz efendim", konferans salonunun olduğu katta girişte ellerinde şarap kadehlerinin olduğu servis tepsilerini tutan genç kızlar "hoşgeldiniz efendim", kokteyl sırasında ellerinde birbirinden leziz tatların bulunduğu tepsilerle servis yapan genç çocuklar "afiyet olsun efendim"... Hep "efendim" ve yüzlerinde gayet samimileştirmeye çalıştırdıkları tebessümler ile. Ben kimsenin efendisi değilim ki, o çocuklar da kimsenin kölesi değil ki; beni kimsenin bu kadar önemli göstermeye hakkı yok ki, dolayısıyla kimsenin o çocukları da bu kadar sindirmeye hakkı yok ki... Tüm bunları gözlemlerken etrafıma baktım, herkes şuh kahkahalar atarak birbirlerine samimiyetsiz cümleler kuruyordu, kafalarda "inşallah ödülü ben alırım da sen alamazsın" anafikiri ile... Ve sanırım benden başka bu çocukların durumunu kafasına takmış başka bir insan evladı da yoktu !..

Birkere ben ne zaman "efendi" oldum bilmiyorum ki başkaları bunun farkında olsun... Saçma !.. 

Eve dönüş yolunda aklıma geçen haftaki restoran maceram geldi. Ben babamla yemek yerken yanımıza mendil satan bir çocuk geldi ve ben yemeğe odaklandığım için para vermedim. Sonra o yemeğin mideme inmediğini, aslında boğazıma düğümlendiğini fark ettim. Restoran çıkışında da arabanın başında bekleyen o sevimli yüze 1 TL verdim ve mendili almadım. Mendili vermeden kazandığı para ile yaşadığı o mutluluğu asla unutamam ve 1 TL için ağzından çıkan o müthiş cümleyi: "Teşekkür ederim"... 

Bir tarafta beni bana, kendimi çok önemliymişim gibi hissetirmeye çalışan bir toplum, diğer tarafta mendil satan çocuğu 1 TL karşında teşekkür edecek kadar yıpratmış, servis yapan gençleri "efendim" diye konuşmaya zorlayacak kadar sindirmiş bir toplum... Aslında ikisi de aynı toplum, yani bizleriz... Birilerini yükseltip tepeye çıkarırken diğerlerini yerin dibine sokan bizler. Gerçekten de buna değer mi ? 

Mesela benim, bana "hoşgeldiniz efendim" diye hitap eden genç kızdan veya "afiyet olsun efendim" diyen genç çocuktan ne farkım var ? Yaka kartımdaki şirket ismi mi, yoksa üzerimdeki takımım ve gravatım mı ? Şu çocuklara da gecenin hatırası olarak ufak bir hediye verilse, ne bileyim birer akşam yemeği mesela ? Mutlu olmazlar mıydı ? 

Ben mi çok ince düşünüyorum bilemiyorum. Neden ben böyle konulara takılıyorum ki ? Restorana girince garsonlara, AVM'ye girince sana otopark yeri göstermeye çalışan ve bütün gün ayakta durarak yorgunluktan perişan olmuş valelere, otellerde resepsiyonistlere, işyerlerinde çalışan hizmetlilere, güvenliklere, şehirlerarası otobüslerde muavinlere, futbol maçı izlerken yıldız oyuncuya değil de en çok mücadele eden fakat yetenekleri sınırlı olduğu için daima en çok eleştirilen futbolcuya karşı izlenilen tutuma neden takıyorum ? Yada bir tek ben mi takılıyorum ? 

Gerçekten ne farkımız var ki birbirimizden ? Bu çalışanlara bir selam vermek, bir güleryüz göstermek, bir hal hatır sormak, Onları önemsediğini belli etmek bu kadar zor olmamalı ya bence. Bu insanlara "senin yaptığın iş bu, bu kadar basit" diyip kibirli davranılmamalı; senin hayallerin olduğu gibi bu insanların da hayallerinin olduğunu fakat hayat şartlarının herkese aynı ölçüde davranmadığını, adaletin terazisinin herkes için aynı işlemediğini içselleştirmeli insan evladı... 

Kişisel menfaatlerin çakıştığı yerde çok güzel adam kullanır oldu insanoğlu, "köprü-dayı" ilişkisi belki de... Neden menfaatlerimiz her zaman insan olmamızın önüne geçiyor ? Neden menfaatimiz uğruna çok kolay basabiliyoruz başkalarının üzerine ? Neden menfaatlerimiz uğruna içten pazarlıklı olabiliyor, planlar kuruyoruz kafamızda ? Neden menfaatlerimiz uğruna sürekli hesap kitap içerisindeyiz ? Neden şükredeceğimiz zaman kötüyü, fakat hırslarımızın kurbanı olurken hep bir adım önümüzdekileri örnek alıyoruz ? Biz bunları ne için yapıyoruz ? 3-5 kuruş fazla kazanmak için mi ? Daha çok eğlenceli fakat daha az sorumluluk yükü istediğimiz bir hayat için mi ? Birkaç beden daha güzel bir vücut için mi ? Mevki, şan, nam için mi ? En fazla 10 yıl-evet taş çatlasa 10 yıl- daha iyi hayat şartları için mi ? 

İnsanoğlu sıkılıyor zira... Bu istekler de er geç 10 yıl içinde sona erecek ve elindekilerden yine sıkılacak insanoğlu. Fazlası, evet hep daha fazlası için !.. Peki, elden ayaktan düşünce ne olacak ? Mesela 65 yaşına geldiğinizi hayal edin: Sağlık artık yavaş yavaş elden gidiyor, artık günlük basit işlerinizi yapmak için bile birilerinin yardımına ihtiyaç duyar hale gelmişiniz, bir nevi artık ne yaşanacaksa yaşanmış ve artık yaşanacak hatta yaşamaya gücün olduğunu hissettiğin pek birşey kalmamış... Eee ne oldu şimdi ? Süper işler başardın, harika bir hayat sürdün, gayet rahat bir yaşamın oldu, belki çok yıpranmadın çok zor yollardan geçmedin... Ne oldu geldin 65 yaşına ? Hayatı yaşamış mı oldun şimdi ? Ya arkanda bıraktıkların ? Kırdığın kalpler, üzerine basıp geçtiğin insanlar ? Başarılı mısın şimdi ? Oldu mu yani ? Bu mudur ? 

Yoksa seninle aynı yaşta fakat kalp kırmamaya özen göstermiş, insanları sevmiş, sorumluluklarının yükünü hayatı boyunca taşımış ve dolayısı ile senden birazcık daha fazla yıpranmış, belki çok gezmemiş çok görmemiş ama kimsenin de üzerine basıp hak yememiş, kimsenin günahına girmemiş insan mı daha iyi yaşadı ? Hanginiz hayatı yaşadı şimdi ? 

Hangimiz hayatı yaşıyoruz ? Hayatı yaşamaktan kasıt ne ? Başarılı bir yaşam sürmenin koşulu ne ? 

Ne demiş üstad: "Bir adamın adamlığını test etmek istiyorsan O'na ilk önce makam ver" diye. Ne kadar da doğru. 

Ya da tüm bu okuduklarınızı unutun, bu adam "taşra kafalı" diyip geçin...