Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

30 Haziran 2013 Pazar

Bilmiyormuyum Sanıyorsun ?




Ben bilmiyomuyum sanıyorsun ol-a-mayacağını ?
Ben bilmiyomuyum sanıyorsun dön-e-meyeceğini ?
Ben bilmiyomuyum sanıyorsun beni ne kadar sevdiğini ?
Ben bilmiyomuyum sanıyorsun benden ne kadar nefret ettiğini ?
Ben bilmiyomuyum sanıyorsun benim senin hayatında ucundan da olsa yer almamın seni dağıttığını, yorduğunu, ve oldukça düşündürdüğünü ?

Ben bilmiyomuyum sanıyorsun sana ne kadar ciddiyetle yaklaşsam da asla ama asla evlenemeyeceğimi ?
Ben bilmiyomuyum sanıyorsun sadece aşkın evliliğe yetmeyeceğini ?
Ben bilmiyomuyum sanıyorsun evlilik niyetimin aslında sana şu zamana kadar attığım en büyük kazık ve çok büyük bir bencillik olacağını ?
Ben bilmiyomuyum sanıyorsun evlilik umuduyla ailenin karşısına çıktığım zaman alacağın tepkileri ?
Ben bilmiyomuyum sanıyorsun ilk çatlakta ailenin sana göstereceği tepkileri, "biz demiştik" leri ?
Ben bilmiyomuyum sanıyorsun kendi kendime sadece hayal kurduğumu ?
Ben bilmiyomuyum sanıyorsun bizim asla "Yağmur" diye bir kızımız olmayacağını ?
Ben bilmiyomuyum sanıyorsun evlilik söz konusu olunca tüm yaşananların tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini ?

Sen bilmiyor musun benim bu hayattan sadece seni istediğimi ?
Ve ben bilmiyomuyum sanıyorsun kendim için istediğim hiçbir şeyin gerçekleşmediğini ?

Ben balığım ve hayal kurarım. Hayal kurmak da zorundayım aslında..
Duygularım net ama yapabileceklerim sınırlı. Üzgünüm ellerim kelepçeli ve ayaklarım da prangalı..
Ağlamam lazım, oturup sabah akşam ağlamam lazım ama bu şekilde yaşamam, ölürüm ben..
Gülüyorum ya, gülmek istiyorum ve gülmeyi de seviyorum. 
Tanışma hikayemize gülüyorum, geçirdiğimiz evrime gülüyorum, söylediklerimize gülüyorum, yaşadıklarımıza gülüyorum, yaptığımız mallıklara gülüyorum..
Birbirine düzenli olarak bu kadar sinirlenen insanlar olarak rekorlar kitabına girmemize ramak kalmasına gülüyorum. Aynı zamanda hakaret ederek gönül alışımıza gülüyorum. Canımızı acıtmamıza gülüyorum. Ve sonra kendi canımızın acımasına..

Bu kadar zıt olup aynı zamanda bu kadar da birbirimize benzememize gülüyorum..
Birbirimize deli olmamıza gülüyorum..

Ben sana gülüyorum ve gülmek istiyorum..
Sana gülümsemeyi seviyorum..
Uzakta da olsam aslında gülümsüyorum hep sana..

Benim mutluluğumun, senin mutlu oluşunu görmek olduğunu bilmen lazımdı, unutmaman gerekirdi.. Benimle olmasa da bensiz..
Ben kendi hayalleri uğruna başkalarının mutsuzluğunu isteyecek biri değilim. Hiç olmadım ve bundan sonra da Allah izin verirse olmayacağım..

Ben olmazsam daha mutlu olacak, dağılmayacak ve toparlanacaksın. Sanırım bu senin için en iyisi..
Gitmek mi istiyorsun ? Git..


Cüzdanımda taşıdığım ve yanımdan ayırmadığım fotoğrafın yeter bana..

Daralırsan, sıkılırsan, mutsuz olursan, hasta olursan, kıvranırsan gökyüzüne bak..
Orada ve sana gülümsüyor olacağım..
Ha unutmadan her yağmur yağdığında da bak gökyüzüne..
Ben yine orada ve sana gülümsüyor olacağım..


Bende seni seviyorum, hem de çok.. Canımdan da çok !..



8 Mart 2013 Cuma

Benim Adım Cennet




8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde doğmuşum, annem için güzel bir hediye olduğunu düşünmüşümdür hep..

Biscolata erkeklerine tepki olarak doğdum ve aslında hala tepkiliyim, az biraz göbek ve kısmen azalmış saçlara sahibim, ha bir de artık kırlaşmaya başlamış sakallara..

Havada uçabiliyor ve su üzerinde yürüyebiliyorum çünkü ben bir balığım..

Çok güzel bir çocukmuşum, sapsarı saç ve pembe yanaklar. Maskot gibi parmakla gösterildiğim için bana nazar değdiğine inanırım, genel olarak nazara çok inanırım..

Daha 7 yaşında vücudumun bir tarafını kaybettim ama tebessüm etmekten asla vazgeçmedim..

Tırnaklarımı kendim kesemiyorum, ayakkabımı kendim bağlayamıyorum belki ama gülümsemeyi çok seviyorum..

Çocukluğumu çok özledim; mutluydum. Aslında hala biraz çocuğum ve büyümek de istemiyorum..

Hastalığı ne olursa olsun, insanları iyileştirecek en iyi tedavi şeklinin "sevgi" olduğuna inanıyorum..

Çok konuşan biri değilim, her şeyi her yerde konuşan biri hiç değilim, aslında ketum bile sayılırım. Artık daha fazla dinliyor ve mümkün olduğunca da az konuşuyorum. Konuştuğum kelimelerin havada asılı kaldığını ve gün gelip bunların hepsini ilahi bir gücün bana dinleteceğine inanıyorum, ahmakça..

Edebiyata ezelden beri ilgim var, yazmayı çok seviyorum. Gün yüzüne çıkmamış ve kimse tarafından okunmamış onlarca yazım ve kafamın içinde binlerce kelime var, yeter ki onları doğru yerlere yerleştirebileyim. Gece ve sigara yazmam için yeterli bana..

Çayı ve kahveyi şekersiz içiyorum, doğal ve saf olan her şeyi seviyorum. Mesela makyajsız, pijamalı, kurşun kalem ile tutturulmuş topuzu olan bir kadın kutsaldır benim için, çünkü doğaldır. Ayrıca ayağında Converse olan kadın, 10 cm. topuklu ile gezen hanım kızımızdan hep daha sempatik gelir bana..

Bir de not; hamur işi ve kırmızı ete dayanamıyorum, bu konuda çok iradesizim kabul ediyorum. Hele sakatat olursa günde birçok öğün yiyebilirim..

Belirli bir felsefesi olan adamları seviyorum, beğenirsin veya beğenmezsin ama belirli bir duruşu olan adam her zaman için oynak adamdan daha iyidir..

"Teşekkür ederim" ve "özür dilerim" benim için çok çok önemli ifadeler. Özenli kullanmaya çalışıyorum, zira kullanıldığı ve / veya kullanılmadığı cümleler ciddi dert açabilir bir insanın başına..

Soğuğu ve yağmuru çok seviyorum. Soğuktan ellerini veya ayaklarını birbirine sürtmek, sıcak yüzünden oflayıp poflamaktan hep daha samimi gelmiştir bana, ayrıca ıslanmasını bilirsen yağmur çok güzeldir..

Paraya hayatım boyunca değer vermedim, hala vermiyorum. Huzurlu ve mutlu olduğum ortamda paraya ihtiyacım yok benim. Bana para lazımsa; bilin ki ben o parayı kendim için değil çevremdekiler için harcarım..

Yalan söylemem demiyorum ama yalan söylemeyi beceremiyorum. Ben yalan söylersem vücut dilim bunu kendiliğinden belli edecektir; valla bak..

Hayatımın her aşamasında aklımla değil kalbimle hareket ettim. Pişman mıyım; hayır değilim. Fakat şunu çok iyi öğrendim ki mantığını çok kullanmayanlar daha çok hata yapıyor..

Bana samimiyetsiz ve yapmacık olduğumu söyleyecek kimse yoktur herhalde. Bu huyumla gurur duyuyorum. Ayrıca sarılmanın sonsuz büyüsüne inanıyorum..

Ağlarken gülebilme ve gülerken de ağlayabilme yeteneğine sahibim. Ayrıca ağlayan insanı çok güzel güldürebilir ve kahkaha atan insanı bir dakika içinde ağlatabilirim..

Kabul ediyorum, hayvanlardan korkuyorum. Evimde hayvan-lar besliyorum ama göz göze, diz dize bir münasebetimiz olmadı henüz hiçbiri ile, kodum bozuk üzgünüm. Ama onlara eziyet edilmesine dayanamıyorum..

Bir çocuklara kıyamam, bir de bir garibanlara. Bir çocuk sevindirmenin, insanı çok güzelleştiren bir eylem olduğuna inanıyorum..

Evcimenim, hem de çok. Rahat rahat, evden çıkmayarak bir hafta yaşayabilirim. Bir sağıma dönerim, bir de soluma; işte benim için en uzak mesafe bu. Böyle de miskin bir insanım..

Kalabalık ortamları sevmiyorum, hele iş toplantılarını hiç sevmiyorum. Kalabalık arttıkça samimiyetin azaldığına inanıyorum..

Eskiden çok sessiz uyur ve horlama nedir bilmezdim. Artık zaman zaman kendi horlama sesime uyanabiliyorum, sanıyorum yaşlanıyorum..

İnsan ayrımı yapmıyorum. Benim için ailem ne ise, etrafımda olan kişiler de odur. Sahiplenme şeklim insanlara garip gelebilir; kimi zaman..

İtiraf etmeliyim; sürekli mız-mız olan ve negatif insanları da sevmiyorum. Ağlamak güzeldir ama yaşam biçimi yapılmadığı müddetçe..

Cümle içinde kullanılış şekli ne olursa olsun birbirlerine "efendim" diye hitap eden insanlara çok kızıyorum. Kölelik kalkalı çok oldu ve çok iyi biliyorum ki kimse kimsenin efendisi değil; menfaatleri çakışsa bile..

Behzat Ç. ve Leyla ile Mecnun izliyor ve bundan da çok büyük keyif alıyorum. Kaprissiz, kibirsiz ve olduğu gibi görünen insanların komik ve güzel hikayeleridir bunlar. Söylemiştim; gülmeyi çok seviyorum..

İlk kahramanım Barış Manço ve süper kahramanım da Vendetta benim. Onlar gibi olmayı çok istedim..

Beşiktaşlı'yım ve bununla gurur duyuyorum. Ezilenin yanında yer almayı ve kaybetmekten korkmamayı çok küçük yaşta seçtim. Kazananların değil, kaybettiğinde ağlamayanların takımıdır Beşiktaş..

Futbolu çok seviyorum ama herkesle tartışmam. Bununla beraber siyaset ve din konularını da herkesle konuşmam. Ülkemde insanların en çok fikir yürüttüğü konularda neden bu kadar az bilgiye sahip olduklarını da hala anlayabilmiş değilim..

Futbola ve otomobillere düşkünlüğüm var ama ne bir halı saha maçı yapacak yetkinliğim ne de bir otomobil kullanacak kanuni iznim var. Kendi içinde böyle de dengesiz bir insanım..

Umarsız biri olmayı çok istedim ama beceremedim. Kendimi umarsız gibi hissettiğim anlarda "ben" olmaktan çıktığımı düşünürüm hep. Duyarlı olmak benim için çok önemli; her olayda..

Adaletsizliğe ve haksızlığa gelemiyorum. Bu durumlarda tepkim sınırları zorlayabilir..

Agresif bir yapımın olduğu doğrudur, bazen ben bile kendimden çok korkuyorum. Çevremdekilerin de benden çekiniyor olmaları o kadar doğal ki. İnsanlarla arama çok ciddi mesafeler koyabiliyorum..

Artık daha sakin yaşamaya çalışıyorum elimden geldiğince ve sindire sindire..

Hata yapmaktan korkmuyorum, dolayısı ile kaybetmekten hiç korkmuyorum. Kaybetmeyi kabullenmenin çok gerekli bir erdem olduğunu düşünürüm; zaten sürekli kazananlar aslında çokça kaybedenler değil midir? Neler kazandığın, kaybettiklerinin bilançosu ortaya çıktığında belli olmaz mı?

O kadar çok düştüm ki bu hayatta, artık düşmekten de korkmuyorum. Çünkü her seferinde ayağa kalktım, yine kalkarım..

Ölümden korkmuyorum ve bu yüzden yeteri kadar gözü kara olduğum söylenebilir; hem de her anlamda !.. Yeter ki sonuçlarına değecek bir şey olsun. Yaşarken, imkanlarımın hakkını verdiğini düşünüyorum özellikle çevremdekiler için. İnsanları mutlu edebildiysem ve yardım edebildiysem ihtiyacı olanlara, anlatabildiysem kendimce doğruyu ve yanlışı öğrenme hevesi olanlara, yaşadığım ömür yeterlidir benim için..

Çok güzel bir aşk yaşadım. Bu duyguyu yaşayamadan ölüp giden milyonlarca insan varken bu dünyada, yaşadığım şeyler yüzünden büyük bir şükür borçluyum Allah'a. O kadar güzeldi ki herşey, üzerine tekrar kimseye aşık olmak istemedim, kimseye, hem de hiç kimseye. İmkanım olsa birgün Onunla tekrar tanışmak isterim, en baştan, taa en baştan; ama başka bir zamanda ve başka bir dünyada. Aşka hala çok inancım var fakat hayatıma kimse girsin istemiyorum. Net !..

Yalnızlığı seviyorum ve kimseye ihtiyacım yok, artık bunu çok daha net olarak anladım. Sanıyorum bu şekilde göç edeceğim bu dünyadan..

Normal biri değilim, biliyorum ama utanmıyorum. Standart, o sokakta gördüğümüz birbirine çok benzeyen insanlardan olmak istemiyorum. Hiçbir zaman da normal bir insan olmak istemedim..

Şairin dediği gibi yolun yarısına yaklaşıyorum ama hiç de yarısı değilmiş gibi, sanki her an gidecekmişim gibi..

Benim adım cennet..
Bugün benim doğum günüm..
  

5 Aralık 2012 Çarşamba

Fark Yaratmak


Konumuz bu değil ama önce işe giriş hikayemden başlamalıydım yazıya, hoş bu hikaye başlı başına bir konu ama kırpa kırpa giriş bölümü olarak eklemeliydim..

***

Yıl 2001.. Üniversiteyi bitireli bir yıl olmuştu, koca bir yıl ve ben işsizdim. Üstelik hiç bilmediğim bir şehirdeydim ve ailemden başka da tanıdığım tek bir insan evladı yoktu çevremde. Birkaç iş görüşmem olmuşu ama onlar da kalıcı olacak gibi de değillerdi hani laf aramızda. Ve ben; hiç bilmediğim bir şehirde, hiç tanımadığım insanların içinde koskoca bir yıl geçirmiştim. Artık isyan etme noktasındaydım ve birşeyler yapma zamanı çoktan gelmişti..

Öyle veya böyle, bir şekilde bir akrabam vasıtası ile şu an çalıştığım şirketin genel müdürüne adımı iletebildim. Biliyorum hoş değil, biliyorum adil değil fakat başka seçeneğim kalmamıştı. Neyse hikayenin bu kısmı teferruatlı, atlayalım orayı. Sonunda ben iş görüşmesi için genel müdürümüzün yanına çağrıldım. Görüşmede rahat tavırlarım ve kendime güvenim gerçekten ilgi çekiciydi itiraf etmeliyim. Bana İnsan Kaynakları Direktörü ile konuşacağını ve benim kendisinden haber beklemem gerektiğini söyleyip gönderdi beni. Bir hafta, bilemedin on gün sonra arandım ve İnsan Kaynakları Direktörü ile görüşmeye çağrıldım. Hayatımda yaptığım en keyifli görüşmeydi, açıkça söyleyebilirim. Hayattan konuştuk, futboldan konuştuk, müzikten konuştuk ve en önemlisi kitaplardan konuştuk. Ben o odadan öyle bir çıktım ki, iş benimdi artık, emindim. Tekrar görüşme için yine beklemem gereken bir zaman dilimi vardı önümde. Bir hafta geçti, ses yok.. On gün geçti, ses yok.. İki hafta oldu, yine ses yok. Benim şartel attı ve direktörümü kendim aramaya karar verdim. Şu zamanda böyle bir cesareti kaç kişi gösterebilir bilmiyorum: "Hacı abi, benim iş ne oldu?" diye kaç kişi iş görüşmesi yaptığı yeri arayıp hesap sorabilir, kestiremiyorum..

Neyse, ben aradım ve telefonu asistanı açtı. hanımefendi doğal olarak beni tanımadı, ve kendimi tanıtmam için resmen göbeğim çatladı, sonunda telefon yöneticimize aktarıldı ve çok şükür ki ben "hesap sorabildim". Bana yine beklemem gerektiği ve en kısa zamanda aranacağım söylendi. Bu sefer kesin oyalandığımı düşündüm ve ümidi kesmiştim ki haklı çıktılar ve aradılar. Şimdi geçmiş zaman tam hatırlamıyorum ama çok kısa bir süre içinde bana dönüş yapıldı ve iş görüşmesi için çağrıda bulunuldu sonunda..

Mutluydum ve haklı çıkmanın, hakkını aramanın haklı gururunu yaşıyordum. Fakat Onlar henüz ne tür bir manyakla karşı karşıya olduklarını bilmiyorlardı. Asıl melodram şimdi başlıyor, dikkat !..

Görüşme odasına girdim. Karşımda üç kişi vardı ve sonradan öğrendim ki bu kişiler; İnsan Kaynakları Uzmanı, Muhasebe Müdürü ve Mali İşler Direktörü'ymüş. Yine muhteşem bir rahatlık ve özgüven içinde harika bir görüşme gerçekleşti. Hatta görüşmenin ortasında Mali İşler Direktörü bana "İnanılmaz bir adamsın" dedi, ama bu iltifatın benim için aslında ne kadar önemli bir lütuf olduğunu ben o anda kavrayamadım. Neyse görüşmenin sonuna geldik-ki hala benim odanın içinde görüştüğüm kişilerin yetkilerinden ve statülerinden zerre haberim yok- Muhasebe Müdürü odadaki herkesin gözünün içine baktıktan sonra bana hayatının en büyük hatasını yaparak şu soruyu sordu: "Sana bayıldım ve senin gibi biri ile çalışmayı çok isterim. Muhasebe birimimizde çalışmaya ne dersin?"

Neden hata dedim, cevabı benim yukarıdaki soruya verdiğim cevapta gizli çünkü. Ağzımdan çıkan gür bir ses ve suratımdaki alaycı ifade ile şu cevabı verdim: "Ben İşletme'yi 4 yıl boyunca muhasebeci olmak için okumadım"..

Odada derin bir sessizlik ve devamında benim kariyerimde 8 yıllık kayıp bir zaman..

Hikayenin sonu:
Şu an aynı iş yerinde Muhasebe departmanında çalıyorum ve 30 yaşından sonra muhasebe öğrenmeye başladım.
Maddi ve karıyer anlamında çok ciddi kayıplar yaşadım fakat kazandıklarımın maddi bir karşılığı yok. Çok mutluyum bu yüzden..

***

Yukarıdaki hikaye komik olduğu kadar da acıklıdır aslında. Bire bir yaşanmış bir hikayedir ve tamamen gerçektir. Peki bunu neden anlattım. Onu anlatacağım şimdi de..

Son bir aydır sürekli aklımda ve git gide daha çok farkediyorum. Kurulmuş oyuncuklar gibiyiz farkında mısınız ? Sabah kurulmuş saatler ile uyanıyoruz ve o bizi uyandıran kurulmuş saat gibi hergün aynı koşturmacanın içine giriyoruz. Sabah minibüsler tıklım tıklım, servisler ağzına kadar dolu, sokaklar daha sabahın 07:30'unda bile işe yetişmeye çalışan, koşuşturan insanlarla dolu. Peki neyin telaşı bu, neyin çabası ? İstediğimiz için mi, yoksa birilerine yaranmak için mi ?

Ya hiç düşünüyor musunuz bu koşuşturma sırasında neleri kaçırdığımızı ? Kimleri ezip geçtiğimizi, kaç kişiye selam vermediğimizi, kaç kişiye günaydın demediğimizi..

Kaçımız bindiği minibüsün şöförüne günaydın diyor? Kaçınız minibüste yanına oturduğunuz bayana ve baya günaydın diyor?

Kaçımız iş yerlerinde güvenlik görevlilerine "bekçi" muamelesi yapmıyor, kaçınız çalıştığınız iş yerindeki temizlik görevlisinin hatrını soruyor?

Kaçımız işe giderken yanınızdan geçen ilkokul öğrencisinin yüzündeki mutluğu yakalayabiliyor?

Peki kaçımız sokakları temizleyen temizlik görevlilerine teşekkür ediyor?

Ama hepimiz iş yerlerinde yöneticilerimize bir günaydını bir hal hatır sormayı görev ediniyoruz değil mi?
Neden ?
Çıkar ilişkisi olmasa bile görev ediniyoruz..
Neden ?
Çünkü ayıp olur..
Evet "diğerleri"ne olmuyor, haklıyız, aferin bize..

Ama;
Maaş zammı isteyeceğiz, çekiniriz.. Hakkımız değilmiş gibi..
Yıllık izin isteyeceğiz, çekiniriz.. Hakkımız değilmiş gibi..
Mazeret izni isteyeceğiz, çekiniriz.. Hakkımız değilmiş gibi..

Artık şunu anlamamız gerekiyor. Biz sadece çalışanız.. Evet "sadece" çalışanız.. Ve eğer gerçekten hakkını vererek emek veriyorsanız, hak ettiğinizi düşünüyorsanız ve gerçekten ama gerçekten ortada bir adaletsizlik olduğuna inanıyorsanız, bence hakkınızı aramakta geç bile kalmışınız..

Daha önce paylaşmıştım sanırım bu ülkede 1 TL için teşekkür eden muhtaç çocuklar varken, 65 yaşında emekli olup taksi şoförlüğü yapan amcam müşterisine "efendim" diye seslenebiliyorken hiç mi rahatsız olmuyoruz içinde bulunduğumuz durumdan, düzenden..

Senin için adaletsizlik demek, benim için de adaletsizliktir diyemiyorsak, çevremizde olup bitene duyarsızsak, "bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" mantığıyla ezilenden yana tavır alamıyorsak, hep kendimize istiyor, hep kendimiz için hayal kuruyorsak, istediğimiz için değil zorunlu olduğumuz için davranış gösteriyorsak ne farkımız var bitkiden ? Kaktüs müyüz biz ?

Evet bu günün sorusu bu: Kaktüs müyüz biz ?

Konu çok dağıldı farkındayım ama birkaç örnek ile beyin jimnastiği yapalım:

- Biri sizi sokak arasında sıkıştırsa ve üzerinizdeki tüm değerli eşyaları istese ve kesici alet vb. bir silaha da sahipse, tereddütsüz verir misiniz istediğini O'na ?

- Yan komşunuzun evinden ses gelse ve anlasanız ki adam, çocuklarına ve/veya eşine şiddet uyguluyor, kapsını çalar mısınız ?

- Sokakta önünüzde laf atılan bir bayan görseniz, laf atan kişiye derdinin ne olduğunu sorabilir misiniz ?

- İş yerinde bir arkadaşınız, çok uyduruk bir sebepten dolayı işten çıkarılıyor olsa, üzüntü duymanın yanında başka herhangi bir tepkide bulunabilir misiniz ?

- Sevgiliniz iş yerinize gelse ve size şirinlik yapsa(şu an aklıma örnek gelmedi, mesela çiçekle dalsa ofise veya palyaço kılığında gelse) boynuna atlayabilir misiniz ? Yöneticinize gidip "sevdiğim insanın yanında olmalıyım, ben çıkmalıyım" diyebilir misiniz ?

- Topluluk içinde sevgilinize yüksek sesle, böyle bağır çağır hatta "Seviyorum lan seni" diyebilir misiniz ?

Farkındayım, biraz deli işi, biraz manyakça..
Ama güzel..
Çok güzel..
Birileri için hayatında önemli değerleri feda edebileceğini göstermek güzel..
Cesur olmak güzel..
Ölümden korkmamak, yaşarken ölmekten çok daha güzel..
Belki biraz sıkıntılı, belki biraz maddi açıdan zorlu, belki biraz riskli ama dolu dolu yaşamak çok güzel..
Başkalarını sevindirmek ve bunu yaparken huzur duymak güzel..
Ezilenin yanında yer almak, ezene karşı dik durmak ve bunun sonuçlarına katlanabilme dirayetini göstermek güzel..
Duyarlı olmak güzel..
Ama bu duyarlılığı sadece kendin için göstermemek çok daha güzel..
Ottan, ağaçtan, böcekten, kuştan farkımız olduğunu farketmek güzel ve tabi bu farkı yansıtabilmek de..
Farklı olmak gerçekten çok güzel..

Fark yaratabilmeniz dileğiyle..